13 Temmuz 2015 Pazartesi

VALS MÜZİĞİ İLE KOŞUYA BAŞLANAN TEK YARIŞ – VİYANA CİTY MARATHON


Viyana’yı Viyana yapan ne varsa, Viyana Maratonunun başından sonuna kadar hissettim.

Sadece müzik değildi etkili olan, koşunun başlangıç noktası olan Tuna nehri, kentin o bozulmayan tarihi dokusu sımsıkı sarıyordu insanı.

Bu yazıyı okuyanların içinde Viyana’yı çok daha iyi anlatacak olanları da hesaba katarak, çokbilmiş bir tavırla bir yazı kaleme almaktan kaçınacağım.

Ancak emin olabilirsiniz ki, hem bir şehri tanımaya çalışmak, dokusunu hissetmek hem de yarış gibi farklı bir konsantrasyonun birlikte verdiği motivasyon, çok daha güçlü.

Viyana havaalanı birçok Avrupa havaalanına göre daha sıcak karşılıyor insanı, bu arada çok sayıda Türk kökenli çalışanın varlığını da unutmayalım.

Havaalanlarından metro bağlantısına erişimin kolaylığı ile ülkenin gelişmişlik seviyesi arasında doğrusal bir ilişki var.



Havaalanı metroya uzaksa bilin ki gelişmişlik seviyesi düşüktür.      

Unutmadan otobüs pahalı bir çözüm.  Mecbur kalmadıkça metroyu kullanın.

Bu yazıyı okuyan ve Viyana’ya gidecek olan biri varsa koşu dostu olan Falkensteiner Grubun bir oteli olan Hotel Am Schottenfeld Vienna’yı şiddetle tavsiye ederim.

Otel, misafirlerine yakın bir parkur öneriyor ve bu sırada ihtiyaç duyacağınız su ve yiyeceği de ücretsiz olarak temin ediyor. (En azından kaldığım sürede öyleydi..)
Benim gönlümü kazandılar.



Her odada bulunan kahve makinası da çok iyi düşünülmüş.

Viyana’da ne yapılır:

1)    Yenir – İçilir

2)   En az bir gece Operaya gidilir. (Hiç olmazsa Vivaldi’nin “Dört Mevsimi” dinlenmelidir. Vivaldi’nin de viyana macerası olduğunu hatırlatalım.)  

3)    Osmanlı izlerinin peşinden gidilir.

4)    Ring Strasse de gezilir. "Allah Allah neden buralara AVM falan yapmamışlar" diye geri geri sorular sorulur."

5)    Koşulur.

6)    Efes Müzesi’ne selam verilir.

7)    Vaktiniz varsa şehrin çevresi keşfedilir.

Bu yazının asıl amacı “koşu tecrübesi” olduğuna ve diğerlerini çok daha iyi anlatanlar bulunduğuna göre ben sadece yeme – içme bölümünün bir kısmına dikkatinizi çekeceğim.

Şunu açıklıkla ifade etmeliyim ki, daha gitmeden önce ne yiyip içeceğimiz belliydi:

1)    Şnitzel için “Figlmüller” den rezervasyonu internet üzerinden yaptık.




















Ne de iyi yapmışız… kapıdaki kuyruğu görünce anladık. Şnitzelin resmini aramayın çünkü yedim.  


Ama üzerine ne yenir: Muhteşem bir Apfelstrudel. Kendime hakim oldum ve sizin için görüntüledim.


2)    Sacher, Viyana’da her yerde yenir ama “Cafe Sacher” de yenmezse ayıp olur.

3)    Bulursanız Sacher torte üzerine birde "Opera" yenmelidir.

4)    Ve Cafe Landman….. Austrian Kaiserschmarrn yediğim bu mekânın özellikleri çok ama benim açımdan tarihinin ayrı bir yeri var. Bu nedenle, eğer sıkılmazsanız tarihi ile ilgili kısa bir yazımı da, tarih bloğunda okumanızı öneririm.
















5) Bir önemli mekan da Cafe Gloriette, Schönbrunn Sarayında 1780’de kurulmuş bir mekan.

6) Otelin yakınında bir İtalya lokantası: "I Terroni" kesinlikle gidilmeli.  Koşu öncesi karbonhidratı depoladım.

Ne yersiniz bilmem ama benim gibi kahve alışkanlığınız hatırı sayılır seviyede ise mutlaka Wiener Melange için.

Maraton organizasyonu da kente yakışır bir şekildeydi.

Maraton fuarı Ferien Messe Wien’de yapıldı. Fiyatlar pek de ucuz değildi ama görülmeye değer ürünler vardı.

Bir yıl önceki yıl kullanılan ve koşucular tarafından verilen tshirtler'den yapılan halı yarış günü için hazırdı.  
Avrupa’da bisikletin ne kadar yaygın olduğunu bilmeyen yoktur. Yarış haftası Viyana Bisiklet Festivali ile çakışmıştı. Bu kadar çok bisiklet çeşidi ve bu kadar yoğun ilgi, gerçekten şaşırtıcı.     

Çocuklar da unutulmamıştı. Maraton gününden bir gün önce çocuklara yönelik bir yarış organize edilmişti.
Bizden isimler hemen dikkatimi çekti. İsmail ile Silvan. Kendi okulları ile birlikte gelmişlerdi koşuya. Bana mı öyle geldi bilemiyorum ama, sanki biraz uzak duruyorlardı arkadaşlarına. Her ikisiyle de tanışma fırsatım olmadı ancak,  hayatları boyunca sağlığa, mutluluğa ve başarıya koşmalarını diliyorum.  























Koşu günü mahşeri bir kalabalık başlangıç noktalarına aktı. Bilekliklere sahip olanlar için ulaşım bedavaydı.  


















Metrolarda nefes almak bile zordu.
Bir önemli problem de tuvaletlerin yetersizliğiydi. Çevre esnafı, iş yerlerindeki tuvaletlere doğru düzenlenen saldırıları, bariyerler ve karşı manevralarla püskürtmeye çalıştı.

Her zaman olduğu gibi, çözüm bulma konusunda erkekler çok daha şanslı.























Yarış başlangıç noktasında, her klasman için ayrı kapılar yapılmıştı. Evet yanlış anlamadınız. Ben de yanlış yazmadım. Beş kapının birincisi ile sonuncu arasında neredeyse 1 km mesafe vardı ve bu alan tamamen doluydu.     

Çıkışta dinlediğimiz nefis melodiler ile başlayan yarış hiç sıkmadan, tarihi dokunun içinde sonuçlandı.

Bitiş noktası organizasyonu da sorunsuzdu. Düz bir parkurda, gayet olumlu hava koşullarında başlayan ve biten yarış sonunda sanki hiç koşmamış gibi hissettim.

Unutmadan yazayım. Özellikle Almanya ve Avusturya da köpekler önemli. Birçok lokantada ve alış veriş merkezinde, onları ev arkadaşları ile birlikte  (sahip kelimesini kullanmak istemem, beni rahatsız ediyor)  görmek mümkün. Ancak bazı iş yerleri, köpeklerin girmemesi için nazik tedbirler almış.




Kendi sınırlarımın içinde başarmanın mutluluğu ile Ülkemize dönerken, Viyana'yı en kısa sürede tekrar ziyaret etmemiz gerektiğine karar vermiştik. 

21 Ekim 2014 Salı

Edinburgh Maraton Festivali

Ankara İstanbul ve oradan da Edinburgh! Yaptığımız yolculuk pek keyifliydi. Mayıs ayının sonunda Ankara’da hava gayet sıcak olmasına karşın Edinburgh oldukça soğuk ve genelde yağışlıydı.

Edinburgh havaalanı oldukça küçük. Buna rağmen hiçbir şey üstünkörü değil. Başta ulaşım olmak üzere aradığınız her şeye kolaylıkla ulaşıyorsunuz.


 Makinalarda Türk Lirasının Sterline çevrilmesi mümkündü ancak 4.09 TL ödediğinizde 1 Sterlin veriyorlar. Aynı Sterlini verip TL almak istediğinizde ise rakam 3.10 oluyordu. Demek ki hazırlıksız gitmemek lazım.
Havaalanından şehir merkezine ulaşım çok rahat. Airlink adlı otobüslerden başka bir yöntemi tercih etmek olsa olsa zenginlik belirtisidir.
Otobüslerin içi de gayet enteresan. Bavullar için ayrı bir bölüm yapılmış. Ayrıca iki katlı otobüslerin sizi karşılaması da ayrıca keyif verici. 

Kişi başı 7 Sterlin ödeyerek gidiş dönüş biletlerimizi aldık. (Siyasi gücü ifade etmemek için Pound demek istemem) 


Otobüsün son durağı şehir merkezi oldu. Kısa bir yürüyüş ile önce şehir merkezi olan Princes  Street’e ulaştık.
Şehir tamamen tarihi yapılardan ve yeşil alanlardan oluşuyor. 
İnsan böyle bırakır mı canım. Şöyle 40 katlı konut projeniz, bir AVM çalışmanız yok mu diye soracak oluyoruz ama bunlar konudan bile haberdar değil. Ne tuhaf değil mi? Adam Smith Edinburgh’un içinden.

Koşunun büyük kısmının da şehrin merkezindeki yeşil alanda yapılacağını görünce daha da şaşırdık. Yeşil alan deyip geçmeyin. Hollyroad Park ve çevresindeki yeşil alan koş koş bitmiyor.

Kalacağımız yeri de koşunun yapılacağı yere yakın bir yerden seçtik. Hem ekonomi hem de ulaşım kolaylığı sağlayan bu otel E.Mayfiled de bulunuyordu. Sanırım tüm evler konaklama hizmeti vermekteydi.

Koşuda kullanılacak göğüs numarasını ve diğer eşyaları almak üzere İskoç Parlamentosunun yakınında inşa edilmiş olan “Our Dynamic Earth” yapısına geçtik. Daha çok çocukların bilimsel gelişmeleri için kullanılan bu yapıda beni en çok şaşırtan şey, yüzlerce çocuğun belli kurallar çerçevesinde, sakince ve ses çıkarmadan yemeklerini yemeleri oldu.


Göğüs numarası ve diğer eşyaları aldıktan sonra, İskoçya’nın ünlü barlarından birini ziyaret ettik. Çok güzel bir atmosferde ve geleneksel bir barda bulunmaktan çok keyif aldık. 

Belirtmeden geçemeyeceğim: bölgede balık çok ancak okyanus balığı lüferin tadını vermiyor. Kıymetini bilmek lazım.




Unutmadan: ödediğiniz katılım ücretinin büyük bir kısmı, yarış organizasyonu tarafından Macmillan Kanser Araştırma fonuna bağışlanıyor. Ayrıca hemen herkes en az bir yardım kuruluşuna daha kaynak bulmak için koşuyordu. Bunu da not etmek istedim.

Oldukça düzgün bir profile sahip olan bu parkurda derecemi bir miktar daha geliştirdim. 

 
Derecenin gelişmesinde belki de en önemli etken hiç kuşku yok ki havanın serin ve kapalı olmasıydı.
 

4 Haziran 2014 Çarşamba

Kudüs Maratonu


Kudüs…
Dinlerin kutsallarının, eski ile yeninin, muhafazakârlık ile modernitenin kesiştiği diyar.

Hem bu güzellikleri hissetmek hem de Kudüs’te koşabilmek, yani bu iki zevki bir arada gerçekleştirmek için Kudüs’e gittik.

19.03.2014 tarihinde yapacağımız yolculuğun biletlerini 10.10.2013 tarihinde alınca çok ama çok uygun fiyata bilet bulduk.
Ankara – İstanbul bağlantısını da halledince işler biraz daha kolaylaştı.

Sabah saatlerinde önce İstanbul’a oradan da saat 15.30 uçağı ile İsrail Ben Gurion havaalanına hareket ettik.
İsrail’deki havaalanı kontrollerinin çok sıkı olduğuna yönelik haberler sebebiyle çekinmedik dersek yalan olur.
Kapıdan Çık Sağa Dön:
Nesher

Havaalanına vardığınızda pasaport kontrolü bir miktar uzun sürüyor. Tahmin ediyorum ki kademeli bir güvenlik var ve daha çok psikolojik yaklaşımlarla vücut diline ve stres tepkisine esaslı risk değerlendirmesi yapılıyor. Zaten siz oraya varmadan önce karar verilmiş durumda…
Havaalanından çıktığımızda hava kararmıştı. Hemen hatırlatayım. Taksi iyi bir tercih değil. Uçak çok geç inmediyse taksi yerine dolmuşları kullanmak çok daha uygun. Nesher adı verilen bu ulaşım araçları için havaalanından dışarıya çıkmanız yeterli. Üç kişi olmamıza rağmen taksi ücretinin hemen hemen yarısını ödemiş olduk.
Kudüs’te otel ücretleri hiç de ucuz değil. Bu nedenle The Abraham Hostel de kaldık.  Adresi pek bir anlam vermese de (67 Hanevi’im street, Davidka Square, Jerusalem, 94702, Israel) şehir merkezinde olduğunu söylemeliyim.
Hostel’den çok memnun kaldık. Kendi bulaşığınızı yıkamaktan hoşlanmıyorsanız sorun olabilir. Dönüş sırasında taksiyi de onlar ayarladığı için 60 dolara havaalanına gittik. Ama sonradan fark ettik ki Nesher tam da Hostelin önünden geçiyor.
 
Unutmadan… Hostelde gerek Kudüs Maratonunun yapıldığı noktaya gerekse Hayfa kapısına yürüyerek ulaşılıyor.
Büyük Süleyman Caddesinden yürüyüp Osmanlının yaptığı kapıdan eski Kudüs’e girmek de ayrı bir heyecan.
Kudüs şehir turunu da Hostel ayarladı ve turun başlayacağı noktaya kadar götürdüler. Aslında nerede kalırsanız kalın Sandeman’s New Europe ile 18 ülkede ücretsiz tura katılabilirsiniz. Merak edenler için http://www.newjerusalemtours.com/ adresi yeterli olacaktır. Unutmadan tur bitiminde bahşişi unutmak yok.
Kudüs’ün eski şehir bölgesi 4 parçadan oluşmuş.  Turumuz, Ermeni, Hristiyan ve Musevi bölgelerini dolaştırıyor ancak Müslüman bölgesine girmek sadece Müslümanlar için mümkün. Bu nedenle Müslüman bölgesine gidilmedi.  
İki saatlik kısa turun ardından ver elini Müslüman bölgesi. Sadece Müslümanların girebildiği bu bölümün kapısında güvenlik görevlileri bekliyor ve çeşitli yöntemlerle sizin Müslüman olup olmadığınızı anlamaya çalışıyor. Türk olduğumuzu söylediğimizde doğrudan içeriye aldılar. Tam Kubbet-üs Sahra’ya ilerlerken bir başka görevli tekrar sorguladı ve “Sen pek Türk’e benzemiyorsun” dedi. Oraya nasıl Türkler gidiyorsa artık adam beni pek beğenmedi.  
Önce Kubbet-üs Sahra ve çevresini gezdik.
 
Kubbet - üs Sahra'dan Mescid-i Aksa'ya gidiş (Fotoğrafı çeken benim...) 
Namaz vakti geldiğinde koşarak Mescid-i Aksa’ya gittim. Gerçekten anlatılmaz bir huzur ve mutluluk. Kapıdan çıktığım andan beri aynı şeyi söylüyorum: İyi ki geldik…
Mescid-i Aksa'nın içi
Gayet yorucu bir günün akşamında Hostele yakın Pazar yerine uğradık. Yiyecek ve içecek sıkıntısı yok ama bu semt pazarı bir başka. İşte bizim olayımız başladı: Shavurma ve Falafel. Önce Falafel den başlayalım: Nohut, soğan, sarımsak, maydanoz, sivri yeşil biber, kimyon, tuz, sumak, un, krmızı pul biber, karabiber den müteşekkil. Gobit ekmeğin içine, ki orda Pita deniyor, Falafeli doldurduktan sonra üzerine yeşil soğan, taze nane, kıvırcık yaprağı ve turşuyu koyarız. Ancak bitmedi. Asıl tadını veren malzemeyi olanca ihtişamı ile üzerine boca edelim: Tahin…
Şavurma ise savrulmadan gelmektedir. Bildiğiniz döner. Ancak tadını veren içine konan Tabule veya Fettuş olarak adlandırılan soslardır.
Göğüs numaraları ICC Jerusalem International Convention Center’den alındı. Gayet başarılı bir fuar ve fiyatlar da oldukça uygundu.
Bu noktaya ulaşımı hafif raylı tren ile yaptık. Kudüs bu konuda büyük bir atılım yapmış ve şehir içi hafif raylı taşımacılıkta söz sahibi olmuş. Unutmadan ulaşımı sağlarken dokuya da zarar vermemişler. Aksi halde Dünya ayağa kalkardı.
Yarışın başlangıcı ve bitişi Sacher Parkta gerçekleşti. Gerçekten çok büyük bir organizasyon söz konusuydu.
Başlangıç çizgisinde Türk Bayrağını gördüm. Genelde organizasyonlar dikkat etmiyorlar ancak İsrail buna dikkat etmişti. Listelerden kontrol ettiğim kadarıyla 10 Km de Türkiye’den katılan tek olduğumu düşündüğüm için bir miktar gururlandım.
Galiba Bayrağı Ters Takmışlar... 
Efendim gelelim koşuya. Ortalama olarak 7 dakika daha kötü koştum. Starttan itibaren başladığımız tırmanmayı bitiş noktasında tamamladık. Böyle bir parkur olur mu? Hem sıcak hem de yokuş. Öyle böyle değil. Sanırım 40 dakika tırmandık. Düpedüz su kaynattım. Sevmediğim iki şey: Güneş ve Yokuş. Her ikisi el ele vermiş beni bekliyorlardı.
Neyse. Maksat hâsıl oldu ve yarış bitti. Ver elini Falafel ve Şavurma…
Ankara’ya dönüş yolunda Hz. Ömer’i araştırmaya karar verdim. Hz. İsa'nın çarmığa gerildikten sonra bekletildiği taşın bulunduğu yere kurulduğuna inanılan Yeniden Doğuş Kilisesinin hemen yanında yer alan Hz.Ömer Camiinin hikayesi bu kararıma vesile oldu.  Bunu da diğer bloğumda anlatayım.
 
Sözde değil özde Ömer olmak gerek. Vesselam…